23 Kasım 2010 Salı

HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR ATİLLA ÖĞRETMEN

Kamera; Güven
Her ölüm erken ölümdür Atilla Öğretmen;
her ölüm... Seninde ışığa odun taşıyan,
eli ateşin ışığından korkmayan bedeninin
öğretmenler günü kutlu olsun.

Atilla öğretmen, öğretmen arkadaşlarıyla birlikte;
ölüme meydan okuyan gülüşü, ölümcül
olmayan sevisi ile birlikte...
Kamera; Güven Namık Kemal Lisesi Öğrencileri
Lütfen şu masumiyete, şu sevgiye, şu duruşa ;
bakar mısınız! ...Atilla öğretmenin öğrencileri; tıpkı
onun gibi sevgi,samimiyet ve erdem yüklüler.

Kamera; Güven Namık Kemal Lisesi

 Gördüm ki bir insan, insanda yaşadığı sürece
ölmüyor. Gördüm ki yaşarken ölenler var,
ölmüşken yaşayanlar... İnsan denen sanat eseri,
tabiatın doğallığına sığındığı sürece, ne ölüm;
erken, ne ölüm; geç oluyor...
Ben, bu güzel çocuklarla bir saat yol aldım
ve o bir saat içinde beden ile ruhumun
dizginlerine gem vurmaktan korktum.
Gördüm ki, batan, eskiyen, yokolan
hiçbir şey yok; farkedip önemsediğiniz an;
önemli bir insan olduğunuz andır...
Onlar dışa akıttılar duygularını arınmışlık adına.
Ben, içe akıttım duygularımı, olgnulaşma adına.
Sonuçta aynı insanlığın yolcuları olduğumuzu
anladık; bizi besleyen gıdalardan başka
şeylerinde olduğunu farkederek...

Kamera; Güven  Tekirdağ Namık Kemal Anadolu Lisesi
Atilla öğretmenin çocuklarıyla biraz da insanlaştıktan sonra
okuldan ayrılmamı geçiktirdim. Bir süre boş koridorlarda
kayboldum öylesine. Sonra, okulun bahçesinde deli
feylesoflar gibi dolandım durdum; temiz, gülen bir
ruhun el sallayışını görene dek...

HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR, ATİLLA ÖĞRETMEN



 Güzel ülkemin az gülen acılı ve bol baharatlı insanlarına mikrofonu uzatsam; “ölüm” üzerine bir şeyler söyleyin desem; acaba neler söylenir, hangi ağıtlar yakılır, destanlar okunurdu? Cenaze törenlerinde en çok konuşulan ve neredeyse karnıma sancılar girmesine neden olan sözlerden birisi de; “kaç yaşındaydı?” diye sorup; “ erkenmiş, zamanı gelmiş” gibi moral arayan garip sözcüklerden kaçmak isterim.

 Şairini dediği gibi ; “ Her ölüm erken ölümdür, biliyorum Tanrım.” İnsanoğlu ölümsüzlüğün sırrını bulsaydı, ölüm üzerine bu kadar kafa yormayacaktık. Ama mademki ölüm var, ayrılık var biz de insanız; duygulardan, kandan, kalpten oluşmuş bir bedenimiz; bizi ölümü de yaşamı da sorgulamaya yöneltiyor.

 Abidin Dino, ölümüne çok az kala; yaşın, yaşlılığın, hastalığının acılarını duyumsarken bile; “ ölüm mü, ne büyük buluş” diyerek ölümün korkulacak bir şey olmadığını da anlatmıştır bize. Yaşlı ve acılı bedenin, kurtuluş için bir başka çözüm yoludur belki de ölüm!

 Milyar yaşındaki gezegenimizin milyarlık insan sayısı; her gün doğum ve ölümleri görmemize, duymamıza neden oluyor. Ne ilk, ne de son olacaktır duyacaklarımız, derinlerden gelip de akıtacağımız yaşlarımız… Atilla öğretmen 45 yaşında, idealistliğin doruğunda yaşayan bir insandı. Bir insan ile sıkça konuşmadan, derin tanışmadan da sevilebileceğinin, sayılabileceğinin buluşunu yaşadım; Atilla öğretmen ile yaptığım 10 yıllık komşuluk hayatımda.

 Atilla öğretmen ile yollarımız en çok sabahları kesişiyordu. Ben yürüyüşten dönerken o okuluna, öğrencilerine gidiyordu. Daha yanına yaklaşmadan gülümseyen bir yüzle “günaydın” diyordu. Bu günaydınlar, merhabalar oluşturdu saygıdan geçen sevmişliğimizi…

 Bir gün; o zalim gündü. Günler ne kadar birbirine benzese de biz onları, çeşitli sayılar, anılar ile ayırmayı bilmişiz. İşte o gün de Atilla öğretmenin sayılar ile belirleyip diğer günlerden ayırdığımız gündü. Aynı yaşlarda olduğumuz Atilla öğretmen, öğrencilerine Facebook’ tan “ tatildeyim, geleceğim” dediği hastaneden seslendiği zaman; Atilla öğretmenin ilk kez sözünde durmadığı zamandı. Aslında o sözünde durmuş, kayıt zamanında yorucu bir sezon geçirip iki haftalığına tatile çıkarken seslenmişti arkadaşlarına; “ Hakkınızı Helal Edin” diye. Arkadaşı Kazım öğretmen de yadırgamış; “ Atilla hoca, iki haftalığına gidiyorsun, ölüme mi gidiyorsun.” diye tavır almıştı nazikçe.

 Aslında Atilla öğretmen tatile çıkmıştı çıkmasına ama hastanenin yolunu tutmuştu. Ve süreç, dünya ışığı, yaşam akışı, Atilla öğretmeni seçmişti. Son ana kadar umutlarını yitirmeyen, gülümsemesini bırakmayan doğru ve inanmış bir insandı. Belki bazılarımıza göre yaşadığı çok az bir zamana dayalıydı. Belki doymak bilmeyen insan için hiçbir zaman da yeterli değildi. Ama belli ki Atilla öğretmen az denen zamana daha kırışmayan tenine çok şeyler yüklemişti. O sevginin, gülümsemenin bir başka adıydı. Bir insanla, anılar, hatıralar oluşturmadan da sevilecek ender insanlardan birisiydi…

 Cenaze merasimlerini eleştirip, olması gereken samimiyette, sadelikte olmadığı için bu kültürün yozlaştığını yazdım bu köşeden. Atilla öğretmenin naaş’ı Ortacami’ye geldiğinde bende gittim. Gördüklerim için özellikle “muhteşem” kelimesini kullanacağım. Atilla öğretmene ölüm yakışmamıştı, bu ölüm de erken ölümdü ama kırmızı bayrağa sarılı naaş’ı ve her şeyden önce; orada bulunanlar gerçekten onu sevmiş insanlardı. Caminin bahçesi, samimiyet, sevgi kokuyordu.

 Genç bir insana, daha ideallerini tamamlamamış öğretmene ölüm yakışmıyordu ama caminin havlusu, samimiyete, sevgiye yakışıyordu. Genç öğrenciler vardı yaşlı çam ağaçlarının sakin duruşları altında. Hüzün, bu genç insanlara bu kadar yakışır, bu kadar anlamlı durur mu hiç? Onlar, sadece saygının gereği için değil, sevginin gereği için hüznü yaşıyorlardı. Çoğunun gözleri nemli ve kızarmıştı. Onurlu bedenlerinde sevginin izlerini taşıyorlardı.

 Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, gençliğe seslenişi ve emaneti; Atilla öğretmenin bedeninde ortaya çıkıyor gibiydi. Cumhuriyetin genç, aydın çocukları, öğretileri sevgi ile yoğurmuşlardı. Bu manzaraydı beni Atilla öğretmenin okuluna getiren. Yeni yapılmış yepyeni okula yepyeni duygular ile gittim. Kazım öğretmen, Hakan öğretmen, yeni gelmiş Müdür, Süleyman öğretmen ile tanıştım. 24 Kasım Öğretmenler Günü ve ben bu güne, Atilla öğretmenin ölümünü değil, yaşamında bıraktığı izleri, geleceğe, ölümsüzlüğe taşıyabileceği öğretileri görmek istedim.

 18 yıllık arkadaşı Müdür Yardımcısı Hakan öğretmen ile konuştuk. Bir dostluğun nazik, sevgi ve saygı dolu olan yollarında dolaştık. Dostluğun hüznü çok tazeydi. Ve o yüzden Hakan öğretmen ile sohbeti kısa kestim. Hakan öğretmenin yanından ayrılmadan önce Atilla öğretmenin odasına gitmek istediğimi söyledim. Hakan öğretmen de hüznünü daha da artırmamak adına açmamıştı kapısını bir süreden beri. Merdivenlerden ağır ağır yukarı çıktık. Öğrenciler derste, koridorlar boş ve ıssızdı. Merdivenlerin çaprazında küçük bir odanın yanında durduk. Oda kapısının sağ tarafında Atilla öğretmenin öğrencileri tarafından oluşturulmuş sevgi eseri duruyordu. Kırmızı pano üzerine beyaz bir kalp çizmişler. Kalbin için karanfiller ile süslenmiş. Orta yerine de Atilla öğretmenin fotoğrafını koymuşlar. Gülümsüyordu Atilla öğretmen. Bakışları hüzün ve yokluk üzerine değildi…

 Hakan öğretmen ile adasına girdik. Bir süreden beri açılmayan odanın ağır havası ve sanki hapsolmuş bir ruh havalandı göğe, yere, denize; sevginin olduğu her yöne… Müdür Yardımcısı Kazım öğretmene çıktım. 24 Kasım’ı Atilla öğretmene hazırladığım yazıyı anlattım. Kazım öğretmen, inanılmaz içten ve hiç zaman kaybettirmeden küçük bir pusulaya bir masaj yazdı. Nöbetçi öğrenciyi çağırdı. Mesaj yerine gitmiş, birkaç dakika sonra etrafımı hüzünlü gözler ve onurlu bedenleriyle Atilla öğretmemin öğrencileri kuşattı. Kazım öğretmen boş bir sınıfta istediğimiz kadar görüşebileceğimiz söyledi. Biz de öyle yaptık. Gençler, alcıydı, sevgi doluydu… Niyetimi öğrenince çekimserlikleri gitti. Ne soylu insanların en masum dudakları Atilla öğretmen için konuştu.

 Gördüm ki, Atilla öğretmen ölmemiş. Fiziki olarak aramızdan ayrılmış ama ölmemiş. Ve hatırladım filozofların değişini; “insan, insanın içinde ölürse, gerçek ölüm yaşanır.” Genç öğrenciler koşulsuz kalplerini açtılar bana. Bir öğretmeni değil, bir arkadaşı, bir babayı, bir dostu anlattılar…

 Sıra fotoğraf çekimine gelince buğulanmış gözlerinden utanan bir genç kız; “ne olur bu halimle çekmeyin.” dedi. Onun bu halinin en onurlu, en insanca bir hal olduğunu söyledim. Onu kutladım. Ve onun gözyaşları dışa akarken, benim gözyaşlarım tam tersine, kocaman bir mağaranın tavanından “şıp, şıp” sesler çıkararak aşağılara akıyordu…

 24 Kasım Öğretmenlerimizin gününü kutlarken, Atilla öğretmenin içimizde yaşadığının da günüdür diye düşünüyorum. Atilla öğretmen ile bir çay içimi kadar anı ve hatıramız olmamıştı ama anı ve hatıraların olmayışından da sevgi olacağının gerçek tanığı oldum.

 Yaşayan ve kalplerde yaşatılan tüm öğretmenlerimize selam ediyor, bir güne sığmayacak minnettarlığım ile önlerinde eğiliyorum…

Güven










10 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba Güven..Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum..
Onların ödenmeyen emekleri karşısında saygıyla eğiliyorum..Yazıyı okuyunca gözyaşlarımı tutamadım
o kadar içten ve yürekten
yazılmış ki.Aklıma ilkokul hem de birinci sınıf öğretmenim geldi onca yıla karşılık, hala
adını ve soyadını
simasını unutmadım.
Çok sevmiştim onu ilk ders
yılı sonlarına doğru
hastalandı yerine başka öğretmenler geldi ama kimse
onun yerini tutmadı.
Ve sonra acı haberini aldık. Günlerce gözyaşlarım aktı
onun için.
Onu ve Atilla öğretmeni rahmetle anıyorum..Sevgiler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege. İyi dileklerini öğretmenlerimiz adına saygı ile, sevgi ile kabul ediyorum.

Bir zamanlar kutsallaştırdığımız, şimdi yalnızlaştırdığımız, kollarını, kanatlarını budadağımız öğretmenlerimizin neslü tükenmemiş ve hâla ; aydınlatıcı, öğretici duygular ile heyecan taşıyan öğretmenlerimize de SELAM olsun.

Selma Er dedi ki...

Atilla Öğretmen'e rahmet diliyorum.Eminim ki o,öğrencilerinin kalbinde yaşamaya devam ediyordur.Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler gününü kutluyorum.
http://selmaer3.blogspot.com/2010/11/basogretmen-ataturk.html

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhabayın Selma Hanım. Teşekkür ediyorum.Sevgi ve saygılar diliyorum duyarlı ve sanatsever felsefeniz adına...

Arzu Sarıyer dedi ki...

Bir öğretmenin ölümü... Sevgili Atilla öğretmen ve diğerleri...çok iyi bildiğim bu sahneler.Onları bu güzel yazıyla dilendiren Sen Sevgili Güven...Ne kadar çok teşekkür etsem az kalır...Sen Atilla öğretmenin nezdinde Aysel,Aynur,İncim, Nesrin,Fidan,Osman,Cemil,Erkan öğretmenlerimi de yazdın...Daha nicelerini anlattın burda.Hepsini saygıla ,minnetle anıyorum....Evet her ölüm erken "öğretmneler"ölümü daha da erken....Selam olsun Sevgili dost...

Dalgaları Aşmak dedi ki...

Ruhu şad olsun...Atilla öğretmen nezdinde tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Gökçe öğretmenim. Merhaba, acıları tabiatın doğal döngüsünde saygı ile karşılayan dost insan. Bu insan, acılara, yokluklara, tabiatın hırçınlığına o kadar çok şey borçlu ki... Atilla öğretmeni anarken, Aysel,Aynur, İnci,Nesrin,Fidan,Osman,Cemil,Erkan öğretmenlere de selam ediyorum; selam ediyorum beni kainatın sonsuzluğunda görebilecekleri umuduyla...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürü borç bilirim Dalgaları Aşmak. Gün olur yüceltilir öğretmenler.Gün olur yerin yedi kat dibine itilir. Şimdi,bu dünyanın eğitim, öğrenim aşkı moda değil. Şimdi, öteki dünyanın güzel hayallerini kurturanların madası...Biri iner,biri çıkar; akıl ve bilimin sanata olan tutkusu birkaç ülkenin elinde diğer ülkelere nispet yapar...

bilge dedi ki...

ilk yazdığım yorum çıkmamış atilla öğretmenin ruhu şad olsun..öğretmenlere ve öğretenlere selam olsun..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Bilge.Teşekkürler...